Sene yirmi on veya onbir, aylardan kış...
O dönem sultanbeyli'de bir fabrikada yönetici olarak çalışıyorum.
Fabrika fena fabrika değil ama benim yöneticiliğim ön muhasebeci kıvamında.
Anlayacağın fabrikanın sahibi çocukluk arkadaşım sırf aynı işte, aynı, odada, aynı günü paylaşalım diye bana iş yaratmış.
Evim avrupa yakasında olduğu için sürekli git gel zor oluyor, konteynerden bozma yarım+sıfır daire yapmışım genelde orada kalıyorum.
Arkadaşım sürekli gel bizde kal diyor ama evli olduğundan rahatsız etmek istemiyorum.
Ekstra kış bir gece yine şirkette kalıyorum, yollar jilet, benim arabada ne zincir ne kar lastiği.
Yakmışım elektrikli sobayı, kavanozun dibinde kalmış nescafe'ye türk kahvesi takviyesi yapmış yeni kahve kokteylime afili isim düşünüyorum.
Bilgisayarda Sırrı Süreyya'nın O.Çocukları açık.
Yazıhane nin penceresi otobana bakıyor, benim sırtım pencereye.
Uzaktan ara ara fren, patinaj, tampon sesleri geliyor, film güzel akıyor, kahve bi' boka benzemiyor.
1 çığlık zaman sonra gecenin bütün tadı kaçıyor.
Pencereye döndüğümde yerde kıvranan sokak köpeğini ve çarptığı canlının başında durmayan kartal'ın dur lambalarını görüyorum. Plaka kar tatilinde.
Hemen aşağı koşuyorum, bizim fabrika bekçisi de koşuyor, kapıda buluşuyoruz.
İnsana vurdular sanmış.
Köpeğin başına geliyoruz, buraları detaylı anlatmıyorum, manzara üzücü, çok canı yanıyor.
[http://tinypic.com/r/2hqe0i8/9 temiz foto]
Hayvan ayağa kalkamıyor ama kalkmaya çalışıyor, elimi başına koyup hafif yere bastırıyorum, sakin ol bekle der gibi.
Sakin olamıyor ama bekliyor.
Halit koş palet getir diyorum. Yöneticiyim çünkü ben.
Yerden kar alıp yaranın üstüne koyuyorum, kanamayı keser ağrıyı dindirir diye düşünüyorum.
Halit tahta paleti getiriyor, köpeği paletin üzerine çıkarana kadar hepimiz acı çekiyoruz.
Karda kızak gibi kaydırarak fabrikanın içine taşıyoruz paleti.
Sonra başlıyoruz sağı solu aramaya, olay gece olduğundan ve yoğun kar yağışından yardım bulunamuyor.
Tuzlada bir ekip varmış, onlara ulaşıyorum gelemeyiz diyorlar.
Elimde telefon arkadaşlarımı arıyorum, kedi köpek düşkünü arkadaşlarım seferber oluyor ama nafile.
Halit biraz aksi biraz sayko bi tip, "yapacak birşey yok yolun kenarına bırakalım hayvanı" diyor.
Siktir git der gibi bakıyorum.
Siktirip gidiyor.
Hayvana su veriyorum, Allah kahrediyor, akşam bisküvi/süt içmişim, yarım litre süt.
Hayvan biraz daha sakinleşiyor, fabrikanın içi çok soğuk ama ona iyi geliyor diye düşünüyorum.
Sürekli okşayıp sakin ses tonuyla telkin ediyorum.
Odurumdaki bir insanla bu kadar iyi iletişim kurmak imkansız, ben konuştukça o susuyor.
Yarayı sarmaya çalışıyorum, kırık var muhtemelen çok canı yanıyor, saramıyorum.
Gözüm üstünde, elim sırtında sabahlıyoruz, o gece zature oluyorum. Sonra geçiyor.
Şirketin kamyonu geliyor, gelen ilk işçilerle paleti kamyona yüklüyoruz, kamyonun zinciri var.
Sultanbeyli belediyesinin veterinerliğine giriyoruz koca kamyonla.
Koca kamyondan küçük tahta palet indiriyoruz.
Belediye işçileri şaşkın.
İşçilerden birine veterineri soruyorum, gelmedi, muhtemelen bugün gelmez diyor.
Bıraksak gelince bakılır mı?
Valla bu hayvan burda ölür sen bunu götür diyor.
Ben onu götürüyorum.
Sabiha gökçen'e kadar kapsamlı veteriner arıyoruz, nihayet buluyoruz.
2 Saat 45oTL sonra (sokak köpeği olduğu için indirimli) arkadaşı kucağıma alıp kamyona taşıyabileceğim kıvama geliyor.
Fabrikaya dönüyoruz, çocukluk arkadaşım gelmiş, durumu telefonda anlatmışım, biz gelmeden arkadaşa yer hazırlatmış.
Yerini seviyor, beni yerinden çok seviyor.
Adı topal kalıyor ama artık topallamıyor.
Aradan yıllar geçiyor, sektörüm değişiyor, kıtam değişiyor, hayatım değişiyor, hayatımdakiler değişiyor.
Geçtiğimiz ay (yirmi onbeş eylül) işim sultanbeyli'ye düşüyor.
Oto sanayi dolaylarında yürürken köpeğin biri havlaya havlaya yaklaşıyor.
Ulan hayvanlar sever beni bu niye havlıyor.
Öyle havlamıyor meğer
Neredesin oğlum sen diyor.
Ben tanımıyorum o beni tanıyor.
Kokum değişmiyor.
Yemeğe gidip hasret gideriyoruz.
Yemek dediğim kızarmış piliç alıyorum, kaldırıma çöküyoruz işte.
O gün alerji oluyorum. Sonra geçiyor.
Neredesin oğlum sen diyor.
Ben tanımıyorum o beni tanıyor.
Kokum değişmiyor.
Yemeğe gidip hasret gideriyoruz.
Yemek dediğim kızarmış piliç alıyorum, kaldırıma çöküyoruz işte.
O gün alerji oluyorum. Sonra geçiyor.