6 Şubat 2017 Pazartesi

Yüksek Köprü

Biliyorum üzgünsün.
Her şey yoluna girecek...

Gecenin ortasında, herkes uyurken.
Köprünün ortasında durdu ne başa ne sona yakın tam ortasında.
İnşası sırasında ölçülü dikilen aydınlatmalar sayesinde buldu o noktayı istemdışı.
Sigarasını parmaklarına aldı, diğer eliyle paketini araladı, 4 dal daha vardı.
Elindeki ömrü yarıyı geçmiş sigarayı attı, yeni bir tane yaktı.
En çok ilk dumanını severdi sigaranın, kuru tütünün ateşle buluştuğu anı.

Aşağı baktı.
Ya ölmezsem diye düşündü, hayatta kalma lüksü yoktu.
Yaşadığı kentin en ıssız yükseğiydi o köprü.
Altından akan hırs dolu suya baktı, ölüsü de dirisi de muhalif Necmilerin oraya kadar sürüklenecekti.
Ölmekten değil sağ kalmaktan korkuyordu, bir ip bir taş lazım dedi...

6 Ay kadar önce işsiz kalmıştı, işsiz kaldığında koymadı.
Platonik bir aşkı vardı, 1 sene önce tanımadığı bir adamla kaçmıştı, sonradan öğrendiği kadarıyla Seyfettindi, marangozdu, İzmir'e yerleşmişlerdi.
Tekrar suya baktı, tanımadığı seyfettini gördü, köpüklere uzanan ağaç dallarında.
Bir siagara daha yaktı, yarıya gelmemiş sigarasını atıp.

Bir ip bir taş.
Köprünün sonuna doğru yürümeye başladı, dere kenarında irice taşlar vardı ama o saatte ip bulmak kolay değildi.
Evde 2 rahmetlisi bir sağ kız kardeşi vardı, uyandırmadan çarşaf alırım dedi.
Gerisin geriye döndü köprüden eve doğru.
Kız kardeşi 19 yaşındaydı tütün işçisiydi, nişanlıydı, nişanı erkek tarafı yapmıştı.

Ev dediği konduya vardı, kapıyı hırsız gibi açtı, odasına giderken bir ses duydu.
Kardeşinin sesiydi, telefonla konuşuyordu, aldırmadı. halbuki normal zaman olsa kıyameti koparırdı.
Bu saatte neyin konuşması?

Odasına girdi, yatağından çarşafını söktü, hırsız gibi çıktı evden.
Köprüye doğru yol aldı tekrar, bi farı sarı bir farı beyaz bir kamyon geçti yanından korna çalarak.
Hiç tınmadı, halbuki normal zaman olsa başıyla selam verirdi.
Dere kenarına vardı, iri taşlardan refakatçisini seçmeye koyuldu, hem taşıyabileceği kadar hafif hem de atladığında suyun dibine çakılacak kadar ağır olmalıydı.
Çamura saplanmış, ben diye bakıyordu azraili, yanına gitti, toprağı elleriyle eşeleyip yerinden çıkardı.
Yuvarlaya yuvarlaya köprünün başına kadar getirdi, kucaklamaya kalktı beli izin vermedi, kovulduğu işinden kalma bel fıtığı vardı, biraz soluklandı, köprünün girişindeki iki basamaktan yukarı çıkarmayı başardı.
Tekrar sürükleye sürükleye köprünün ortasına yakın bir yere geldi.

Bir sigara daha yaktı sırtını köprünün pervazına dayayarak.
Kabanının önünü kapattı, bir eliyle yüzünü sıcakladı.
Küçük voltalar atmaya başladı kayadan sokak lambasına.
Son dakikalarıydı, hayatını kendi hükmüyle bitirecek olmanın özgüveni vardı içinde, o an orada sevmediği kim varsa kafasına sıkardı.
Sadece kendisi vardı.

1 dal ömrü kalmıştı, elindeki yanmaya başlamış süngeri attı, son sigarasını yaktı.
Ağzında sigarayla kayanın yanına geldi, son bir güç kaldırıp köprünün pervazına dayadı, gözüne sigara dumanı kaçtı, öksürdü, sağ gözü yaşardı.
Çarşafı önce beline sonra kayaya doladı, hamile kadınlara benziyordu.
Pervazın diğer taradına geçti, sırtı suya dönük.
Suyun sesi daha çoşkun geliyordu kulağına, şakası yok der gibiydi, gözünü kapattı, dudaklarıyla ağzında kalan sigara parçasını attı.
Allahım affet diyordu içinden, çok inançlı sayılmazdı.
Allahım affet.

Kendisini geriye doğru bıraktı.

Önce sırtı sonra kafası çarptı suya, karnına bağladığı taşla derenin zemini arasında sıkıştı, üzerinden hırslı hırslı akıyordu dere.
Kafasını zemine vurunca karanan gözleri, yuttuğu su ile fal taşı gibi açıldı.
Derenin debisi Sinan ile kayayı ayırmıştı, hızla sürüklenmeye başladı, kafası suya gömülüp gömülü çıkıyor, nefes alamıyordu.
Kendisini sağa doğru sürüklemeye çalışıyor, gövdesini yukarı çıkarmaya çalışıyor ama sürekli alabora oluyordu.
Aynı anda korkunç bir ağrı ve zonklama hissetti kafasında, kulağında derenin sesinden yüksek bir çınlama vardı ama artık sürüklenmiyordu.
Kafasını taşlardan örülü sete çarpmış vücudu da balık gibi duvara takılmıştı.
Elini kafasına götürdü, eline baktı, suya baktı, çok fazla kan akıyordu.
Sendeleyerek derenin kenarına kadar ilerlerdi, kendini toprağa atıp,elini kafasına bastırdı, kımıldayacak hali yoktu.

Böyle olur dedi, böyle kan kaybederek ölebilirdi.
Ama boğulurken yaşadığı pişmanlık, başladığı hayatta kalma mücadelesi istemdışı ayağa kalkmasını sağladı.
Sarhoş gibi sendeleyerek yürüyordu, gömleğini çıkarıp topaç yaptı, kafasına bastırdı.
Dere suyu çok soğuktu, hipotermiye girecek gibi titriyordu.

Şehirler arası karayolu hemen derenin yukarısındaydı.
Düşe kalka yola ulaştı, asfaltın üzerinde 2 dakika kadar daha yürüyüp yere yığıldı.
Buraya kadar dedi, zaten bunun için çıkmıştı evden, bu kadar üşümese belki buraya kadar bile yürümeyecekti.

Bir tır şöförü farketti ilk, aracından inip Sinan'ın yanına gitti.
Elini sırtına koydu, "kardeş, kardeş" diye seslendi, nefes alıyor gibiydi ama emin olamadı.
Bir kaç saniye nabzını aramayı denedi bulamadı, hemen tırına koşup bahtaniyesini aldı.
Sinanı bahtaniyenin üzerine yuvarlayıp dürdü.
Vücut ısısı yükseliyordu, ilk yaşam belirtisini cılız bir öksürükle verdi.
Şöför ileride kalan tişörtü getirip kafasına bastırmaya devam etti.
Tır acil durumlar için fazla yüklü ve yavaştı.

Yardım istemek için telefonunu çıkardığı sırada, ufukta bir çift binek araç farı gördü.
Gelen araç bir kadın, bir erkek ve iki çocuktan oluşan bir aileydi.
Tır şöförü aracın önüne çıkarak durdurdu, şöför koltuğundaki baba Sinan'ı farkedince çocuklarına "bakmayın, bakmayın" diye bağırmaya başladı.
Tır şöförü hızlıca gördüklerini ve aracının yetersizliğini anlattı.
Şöför koltuğundaki baba yerim yok dedi, yan koltuktaki anne çocuklarına gelin kucağıma hastaneye kadar gideriz dedi.
Şöför koltuğundaki baba kadına baktı, kadın korku dolu ve çaresiz dikti gözünü kocasına, adam arabasından inip, tır şöförü ile birlikte Sinan'ı sarılı olduğu bahtaniye ile arka koltuğuna uzattı.

Bölgede bildikleri bir hastane yoktu ancak yol üzerinde askeriyeyi görmüşlerdi.
Yol 8 dakika, nizamiye kapısında durumu anlatmak 9 dakika sürdü.

24 Dikiş atıldı, 18 dikişlik yarık vardı.
Kendisine gelene kadar beklendi, kafasını çarptığı için 24 saat gözlem altında tutulmalıydı, tutulmadı.
İfadesi alındı, dereden su içmeye çalışırken düştüm dedi.
Alkollü değildim dedi, nöbetçi komutan kesin alkollüydü dedi içinden ama üstelemedi.
Bir an önce kurtulmak istiyordu, yemekhaneden çorba getirtti.
Sabah köye giden ilk askeri araçla evine gönderdi.
Götüren erlere adresi unutmamalarını tembihledi.

Eve girdiğinde doğruca odasına gitti, kıyafetlerini değiştirdi, ışığı kapatmadı, yatağına girdi, çenesine kadar çekti yorganı.
Gözü gardroba takıldı, en son intihar çarşafı almak için açmıştı kapısını ve bir daha geri dönmeyecek gibi açık bırakmıştı.
Olan biteni düşünüyor işin içinden çıkamıyordu.
Hayatta kaldığı için mutlu değildi, ne güzel bitecekti işte dedi, çok yaklaşmıştım dedi ama yeni bir intihar teşebbüsüne de hazır değildi.

Dolabın içine sıkıştırılmış "Addi" si gözüken Addidas yazısına saplandı gözü, askere giderken aldığı 3. sınıf çakma seyahat çantasıydı bu.
Yerinden doğruldu, çantayı dolaptan çıkardı, içine bir kaç parça kıyafet attı, intihara giderken evde bıraktığı telefonunu cüzdanını aldı.
Kız kardeşine "Kocana emanetsin" demek istedi, kardeşi işe gitmişti, zaten evde olsa da diyemezdi.
"Beni arama, kocana emanetsin" yazdı, hiç okunmamış deyimler sözlüğü kitabının yırttığı kapağına.
Bir aya kalmaz evlenirler diye düşündü.

Bir kaç saat önce ölümü beklediği şehirler arası karayoluna çıktı, onu oradan uzaklaştıracak aracı beklemeye başladı.
Bir kamyon durdu, kasasına atladı, rüzgar suratını gıdıklıyordu, öldüm ben dedi içinden, öldüm bu yeni bir hayat.
Gerçekten ölmüş kadar rahatlamıştı o an, ilk kez gülümsedi aylar sonra, ilk kez nefes aldı.
Oh be oh, öldüm ben!

Kamyon keçi sürülerinin yanından geçti, tarlasına düşmüş köylülerin yanından geçti, saman balyalarının yanından geçti, diğer yanda güneşle geçti, Sinan hepsine gülümsedi.

Sinan Bengier* 68 yaşında tiyatro ve sinema oyuncusu olarak gülümsemeye devam ediyor.
Kız kardeşi ise 2. evliliğinden 2 kızı ve kocası ile subay lojmanlarında yaşıyor.







*Hikayenin Sinan Bengier'in gerçek yaşamı ile hiçbir ilgisi yoktur.
Hayali Sinan'ın gelecekte dönüştüğü insanı herkesin tanıdığı bir figür olarak göstermek için kullanılmıştır.