17 Temmuz 2016 Pazar

Geziye

Kız arkadaşım bir Alman.
Chris, Türk bayraklarları ile gezicilere karşı meydanlara çıkan insanlarla Türk bayrakları ile gezi direnişine katılan insanların birbirine düşman olmasını anlamadı. Ne yani, kim kazanırsa kazansın aynı bayrakla kutlama yapacak? Aynı kıza aşık olan iki adam gibi düşün bizi dedim, o bayraklar kızın fotoğrafı farzet. Biz onlar dokunmasın istiyoruz onlar bizden rahatsız. Biz boğaza karşı oturup rakı içmek istiyoruz o kızla. Onlar çamlıca tepesinde çay. Ha onlar çayını içsin, saraylarda yaşatsın bizim için dert değil ama bunu bizden çaldıkları parayla yapmasınlar. Onlar da bizim kızla rakı içmemize katlanamıyorlar. Neticede dönüp dolaşıp en çok kim seviyor noktasına geliyoruz. Onun için kim canını verir? İşin kötüsü kızın babası gaddar, kızın babası zengin, askerleri, polisleri, tankları, tüfekleri var ve kızın babası onlardan yana. İşimiz çok zor. Babası değil üvey babası diye düzeltti Chris. Kızın babası sizi çok severdi hatta ölmeden önce onu size emanet etti diye ekledi. Chris bir Alman, orada gaz maskeleri kaliteliymiş, uzun ömürlüymüş, gelirken getirecekmiş

24 Haziran 2016 Cuma

Sıcak

Gölge kuklasıydı. İnce iplerle ateşin etrafında ruhunu perdeye vura vura hayata tutunan. Ateşin gitgide incelttiği iplerle. Sıcak dedi çok sıcak. Kimse duymadı. Gölgesi kara soğuktu, kimse anlamadı nasıl yandığını. Ateşin dudakları değdikçe inceldi ipleri. O başkasının elinde ateşe amade. Sıcak dedi, billahi çok sıcak. O yandıkça hırçınlaştı oynatıcının parmakları. sıcak dedi. Vallahi. İpler eridi. Ateşe düştü başı. Alevler içinde. Kimse görmedi. Küle döndüğünde bela okudu sahibi. Cenazesi bile kalkmadı. Bir çöp poşetine sıkıştırdılar cesedini. Yerine kalın kağıtlısı geldi. Ateş aynı, perde aynı ama gölge başka gölge şimdi.

14 Haziran 2016 Salı

2216

Sevgili 2216 yılı sakini, bu satırlar tam 200 yıl önce yazıldı. Benim kim olduğumun pek önemi yok zira yüzyılı aşkın süredir ölüyüm, bizim zamanımızda ortalama insan yaşı 70-80 ama sizde kaç olacak Bimiyorum.

 Oksijensiz yaşamayı becerebiliyor musunuz mesela?

Biz oksijensiz yaşayamıyoruz, yani hem hayatta kalmamızı sağlıyor hem de eskimemize neden oluyor, eskiyip ölmemize.

Oksijen paradoksu işte. Ying yang meselesi.

Mesela uzay insanoğlunun hapishane duvarı bence, dünyayı terk edemeyelim diye etrafımıza uzay boşluğu örülmüş.

Oksijen tüpü olmadan çıkamıyoruz dünyanın dışına. Uydular ve sahip olduğumuz ileri teknoloji sayesinde ( gülme lan bize göre ileri işte) çok ışık yılı uzakları gözlemleyebiliyoruz ama bu bahsettiğim "çok" aslında hiçte çok olmayabilir, belkide bir kandırmacadan ibarettir.

Sanki birileri bir görev için konumlandırmış bizi dünyada, bir bayrak yarışının içerisindeyiz(bak burası önemli).
Doğuyoruz, öğreniyoruz, ürüyoruz, öğretiyoruz, ölüyoruz. İnsanlar ölüyor, insanlık gelişiyor. Yani senin şimdi taşak geçtiğin biz ilkeller olmasak sen o süpersonik güçlere sahip olamazdın. Bak mesela o süpersonik şeyleri hiç göremeyeceğimi bildiğim halde hala oturmuş seninle iletişim kurmaya çalışıyorum. Genimizde "aktarmak" var. Üreme olayını durdurmuşsunuzdur kesin, nasıl olsa uzun yaşamayı çözdünüz ve bütün problemlerin temel sebebinin dünyanın aşırı kalabalık olması olduğunun farkındasınız.

Az ama öz dünyalılar.

 Biz çok kalabalıktık olum. Çoook. Hep savaşmak zorundaydık birbirimizle, iş için, aşk için, hayatta kalmak için. Para adını verdiğimiz bir araç var, yaşam süreni ve kalitesini belirleyebiliyor. Dolayısı ile herkes birbirinin parasını kendisine geçirmeye çalışıyor. Para = güç. Ama diğer taraftan gelişmemizi de para sağlıyor. Birbirimizdeki parayı alabilmek için birbirimizin işine yarayabilecek şeyler yapmak zorunda kalıyoruz.

 Başkası daha iyisini yapınca biz de daha iyisini yapmak zorunda kalıyoruz. Para el değiştiriyor, insanlık gelişiyor. Ama para kazanmanın tek yolu iyi şeyler yapmak değil, bazı insanlar paraya sahip olmak için kötü şeyler yapıyor. Mesela ilaç satıp para kazanabilmek için virüs üretip hastalık yayıyor. Yani para bizi hem geliştiriyor hem kötüleştiriyor.

Para paradoksu.

Bu internet dediğimiz şey de para gibi hem bilgiye ulaşmamızı kolaylaştırdı hem de gereksiz bilgilerle aptallaştırdı. Teknoloji de paradokslara sahip bir mevzu anlayacağın. Herşey gibi... Dünyada herşey negatifiyle varolabiliyor. Her artı bir eksi yaratıyor, her eksi bir artı. Neyse uykum geldi, ortalama 7-8 saat uyuyoruz günde ve bir gün = 24 saat. Keşke bizden 200 yıl önce yaşamış olan birileri de iki satır yazmış olsaydı. Siz çok şanslısınız, eğer birbirimizi yok etmeyi başaramamışsak sen oradasın ve okuyacak çok şeyin var. Not: Her okuduğunuza inanmayın, binlerce dansöz var(S.O).

5 Şubat 2016 Cuma

Denge


Asla yalnız kalamayacak kadar tek kızıydı evin.
En büyük bıkkınlığıydı bu.
Toplu taşımaya aşina, 10 yaşından sonra babasız, annesi ilkokulda hademe.
Özel bir şirketin sıradan personeli.

Sağ bacağı diğerinden 5 santim kısa, insanların çoğundan aksak.
Oysa insanlığın başlangıcından bu yana, sağ bacağımız soldan kısa doğsak eşit olanlarımız sakat sayılacak.
Gözleri çoğu zümrütten yeşil, gamzeleri düş çukuru, gülüşü güneş, hayatı gece yarısı.

Dilan.

Güneşli günlerde hep yağmur yağsın, ıslanarak yürüsün ister yamuk yumuk taşlı sokaklarda.
Yağmurlu günlerde ise pencere kenarına tüner, bir türk kahvesi zaman sonra içindeki yağmur geçer.
Evde değilse daha beter, her dengesiz adımda su birikintilerine, her durakta trafiğe, her işe geç kalmış dakikada geç yatmışlığına söver.

Göğün mavi olması gerekirken siyaha çaldığı bir gün aceleyle çıktı evden,  pazar 14:00.
Mahalle'den arkadaşının nikahı vardı, saçını yaptırmalıydı.
Düğün dernek olmadığı sürece kuaföre 2 ayda 1 uğrardı.
Sıra vardı.

Çoğu insandan çok nefret ederdi beklemekten, oturduğu yerde çok fazla oturamaz, baktığı manzaraya çok fazla bakamazdı.
Azar azar mutlu olmayı öğrenmişti.
Şarküteri reyonunda 50gram diyebilenlerdendi.
Ama kuaförüne bu saçı beğenmedim diyemezdi.
Teşekkür etti.
4 günlük harçlığını kasaya bıraktı, hırsından fiş istedi.
Kapıya çıktığında yağmur başlamıştı, elinde şemsiyeyle dolu geçen taksilere surat asmaya başladı.
Kırk yılda bir binerdi.

Hırsından elindeki fişi yağmura attı.
"Çöpçüler" diye düşündü attığına pişman oldu.
Gözleriyle, attığı fişin logar kapağına doğru sürüklenişini izledi umutla.
Kağıdın delikten girmesiyle mutlu oldu, mutluluğu suratına bir bardak su çarpılmışcasına kesildi.
"Geri zekalı" diye bağırdı üzerine su birikintisini sıçratan arabanın ardından.
Araba ani fren yaptı.
"Eyvah" dedi içinden, tartışmaktan çok korkardı.
"Duydu herhalde?"

Otuzlarında, kirli sakallı, ütülü tshirtlü, geniş omuzlu, geniş burunlu, yandan İtalyan önden Rizeli, şivesi İstanbul, neredeyse çok yakışıklı bir adam indi arabadan, boyu Dilan'dan 7cm uzun.

Dilan "size demedim" ile " yaptığının farkında mısın? " arasında gidip geliyordu içinde.
Seçeceği cümleyi çocuğun ilk cümlesi belirleyecekti.
Dilan'a 4 adım kala konuşmaya başladı arabasının dörtlüleri alarm alarm yanan adam.

--Gerçekten çok özür dilerim inanın görmedim.

- İnsan biraz dikkat eder ama ampül mü takalım kafamıza.

--Hayır sizi değil, çukuru görmedim. Aslında sizi gördüğüm için çukuru göremedim.

Dörtlüleri farketti Dilan.
İçinden gülümsüyordu, saçım o kadar da kötü olmamış diye düşündü, cevap vermekte geciktiğini farketti, kolay kız olmamalıydı.

- Neyse tamam önemli değil eve gidiyorum zaten.

--İzin verirseniz ben bırakayım, özür mahiyetinde yani.

- Yok teşekkürler taksi bekliyorum.

Lütfen, hasta olacaksınız benim yüzümden, boş taksi bulmak çok zor bu yağmurda inanın tehlikeli biri değilim.

Çok tehlikesiz gülümsedi adam.
Bunun normal bir an olmadığını farketti Dilan. 
O sohbet bitmesin istiyordu, kalbi hızlı atıyordu ve yağmurlu havalarda bulunmayan taksiler kolay kız olmamak için iyi bir bahaneydi.

- Gerçekten gelir birazdan teşekkürler.
--Bakın şöyle yapalım, isterseniz bir arkadaşınızı arayıp durumu anlatın plakamı verin, içiniz rahat olsun, biliyorum tanımadığınız insanım neticede ama bana özür dileme fırsatı vermeniz laxım.
- Dilediniz zaten, siz benden çok ıslandınız deminden beri.

İlk kez gamzelerini gösterdi Dilan şemsiyesinin altından, yağmurun altında duran adama.
Düş çukuruna düşmüştü Rizeli İtalyan.

"Hadi o zaman" dedi gülümseyerek. 
Sağ kolunu arabaya doğru uzatarak Dilan'a yol gösterdi.
Dilan gülümsemeyi sürdürerek düşündü kısa bir süre.
Bir daha mı gelecekti dünyaya?
Belki hayatının aşkıydı bu sırılsıklam kibar adam.
" Ay, tamam peki" dedi ve ilk adımını attı arabaya doğru aklı bir karış havada.

Sağ bacağıydı.

Diğer bacağından 5 santim kısa.

Adam aksaklığı gördü.
Dilan adamın farkındalığını.

Dört adım sonra bu aksaklığın geçici bir şey olmadığını anladı adam.
Dilan yalan söylemişcesine utanmış, pişman, yerle bir.
Bir kere olsun kendini özürsüz hissettiği için özür dilemek isterken buldu kendini.
Artık orada olmak istemiyordu, adam az önceki gibi bakmıyordu.

Arabaya 2 adım kala durdu Dilan, tam 40 saniyedir konuşmuyorlardı ve bu onların 290 saniyelik ilişkileri düşünüldüğünde hiç normal değildi.

- Bir şey diyeceğim, ben gerçekten taksiyle gideyim, şimdi hatırladım önce markete gitmem lazım zaten.

Düş çukurlarının içine 290 saniyelik mutluluğunu gömüp üstünü yağmurla kapatmıştı Dilan.

Adam Dilan'a döndü,gözlerine bakıp 2 saniye duraksadı.
"Peki siz bilirsiniz" hatta " peki sen bilirsin" diyebilirdi.
Yeterince ısrarcı davranmıştı ve market kötü adam görünmemek için iyi bir bahaneydi aksak kızın karşısında.

Hiç bir şey söylememeyi seçti.
Gözlerini Dilan'ın gözlerinden alıp arabasına doğru yürümeye başladı.
Dilan yerinde çakılı kaldı, aralarındaki mesafe adım adım açılıyordu.

Dilan bir an önce yalnız kalıp ağlamayı beklerken, adam arabasına vardı, sağ ön kapısını açtı, sağ kolunu boş koltuğa uzattı ve ekledi.

--Hangi markete gidiyoruz?

Hala ne zaman öyle şiddetli yağmur yağsa aksak karısına özür çiçeği götürür Rizeli İtalyan.

4 Ocak 2016 Pazartesi

Çakırdan hallice sarhoştan ayık...

Bu kafa eve gelip apartmanın önünde sokak köpeği bulunca bizden kralı yok.

Birlikte yemek yemeler, dişi köpeklere, dişli her şeylere sövmeler, git getir oğlumlar, dur lan ben getiririmler.

İnsanın insana en benzediği saat.

Bütün hırslarının parmaklarının arasına giren köpek tüylerinden değersiz olduğu o an.

Keşkelerinle inşallahlarını kalktığın masada unuttuğun, bütün meseleleri "ölümlü dünya"ya bağladığın.

Sen öyle bakınca köpeklerinin gözleri bütün yanlışlarını yok sayar.

Huzur buldu ya cesedin, uyumaya kalkarsın, beraber 5 adım atılır apartman kapısına ama nafile o gidiş anca oraya kadar.

Belki gitme diye belki gitsen de geri gelene kadar git diye kapıya yatar.

Neyse ki o köpeklerin hepsi seninle aynı şarkılarda dem tutar.

Söylediklerin de sustukların da gölgesine gömülür.

Başı dizinin üstünde.