16 Eylül 2014 Salı

Dünyanın en önemli insanı değilsin ama "dünyanın!" en önemli insanısın

Bir dünya var bir de senin dünyan.

Kimseye göre yaşayamazsın, yani denersin herkes gibi ama sonu aynı.

Yalan yanlış bir bedende son bulur hikayen, aynaya baktığında yabancı gelen bir beden, oysa çocukken çok sendi o insan.

Mesele kendini keşfetmek, sıyrılıp her şeyden gerçekten tüm bağlarını koparıp hayattan, intihar etmişcesine kendinle kalmak.

Nerede doğdun?
Kimlerle arkadaş oldun?
Annen, baban, kardeşin nelerle beslendiler, seni nelerle beslediler?

Bütün bunlar kadar dünyan, ötesini görmen öyle zor ki, belki sen doğduğun ülkede var olmayan bir enstürman için hayattasın ama karşı karşıya gelmeden öleceksin, belki bir aşk bu belki bir spor belki bir "an".

O gün sen olsan ikiz kulelere çarpan uçakta o uçak çarpmayacak belki ama sen o esnada önünde kesme şekerin kamu sınavına giriyorsun.

Sentetik ilişkilerimiz var artık, market kasiyerleri mesela...
Bakkalı olanlar bilir, bakkal "abi" dir, kasiyer "bey"
Bakkal "senin arabaya müşteri buldum" der, kasiyer "kart şifreniz"

Birinci çoğul yalnızlık diyorum ben buna, çok kalabalığız, çok sinyal alıyoruz ama hiç iletişemiyoruz.

Ön yargılı, kalıplara bağlı ilişkiler...

Yani keşfetmek çok zor, kim olduğunu neden hayatta olduğunu ki keşfedersen şanslı azınlığa katılıp cennetin kapısından geçeceksin ölmeden, ya da anlamsız günler yaşayacaksın kayıp ruhlar cehenneminden.

Yola çık yola, belki bir fotoğraf makinesi belki bir bisiklet, seni yola çağıran ne varsa al yanına ve başla,  ne kadar çok insana dokunursan o kadar yaklaşacaksın sana.

Bul kendini, bul beni, bizim gibileri bul.
Belki birbirimize büyük cümleler kurup oyalarız ait olmadığımız bedenleri.