Yaklaşık 4 km uzağındaydı o gün attığı ilk adımın, rüzgar üfleye üfleye kemirmişti kulaklarını.
Geri dönmek için çok erkendi, geri dönmek için çok geç oluncaya kadar hep erkendi.
Derdini anlatacak kadar dil bilmek diye bi' terim var.
Sanki tek dert ekmek diyebilmek.
Halbuki bazen en zorudur derdini anlatabilmek.
O gün, o günlerdendi.
29 Yıldır aynı evi paylaştığı babasına anadilinde derdini anlatmaya çalıştı.
Anlatamadı.
Evden çıktığında gidecek yeri yoktu aklında, yanağı soğumadan atmıştı kendini dışarı.
Bu son 23 yılda yediği ilk tokattı.
Sadece yürüdü, reklam panoları geçti yanından, giriş katı evlerin tül perdeleri geçti, çöp bidonları geçti.
Pek arkadaşı kalmamıştı, insanlara yük olmaya başladığından beri sürgündü kendisine.
Hava kararmak üzereydi, insanlar denizi izlesin diye konmuş bir banka oturdu.
Başını iki elinin arasına alıp dizlerini izledi.
Nasıl yapar diye defalarca tekrar etti içinden, anlamadan dinlemeden, nasıl yapar.
Annem hayatta olsa vuramazdı dedi.
Annem hayatta olsa vurmazdı dedi.
Annesi öldükten sonra babası depresif bir adama dönüşmüştü.
Zaten çok keyifli bir adam olmamıştı hiçbir zaman ama bu hali çok fazlaydı.
Annesinden kalan altın kolyeyi ve iki bileziği satmıştı.
Geriye sadece alyansı kalmıştı, Gökhan'a göre bu hatıra yeterdi ama babası aynı fikirde değildi.
Neden sattığını dahi söylemesine izin vermemişti.
Adeta yıllardır biriktirdiği kini kusarcasına, ağzına gelen her şeyi söylemiş ve bu cinnet gösterisini tokatla taçlandırmıştı.
Bağırıp başka kelimelerle ağzından atmak istiyordu duyduklarını.
Özellikle bir cümle yediği tokattan da, babası ittiğinde kafasını çarptığı komidinden de daha ağırdı.
"Yıllardır beni kemirdin yetmedi şimdi de ölü ananı mı soyuyorsun!"
Annesi öleli 4 yıl oluyordu, babasının emekli maaşı ile geçiniyorlardı evleri anneannesinden kalmaydı, kira ödemiyorlardı ama tapu teyzesinin üzerineydi.
Teyzesi Almanya'da fahişelik yapıyordu, ama bu herkesin bilip kimsenin konuşmadığı bir sırdı.
Gökhan en son 2 yıl önce iş bulmuş 1 senesi dolmak üzereyken çıkarılmıştı.
Ayda bir-iki bazen iki ayda bir, pazarcı tanıdıklarının tezgahında çalışıp küçük harçlıklar kazanıyordu.
Altınları da pazar tezgahı için satmıştı.
Her gün iş aramaktan ve babasından harçlık almaktan yorulmuştu.
Asım adlı 70 yaşlarında bir ihtiyar, ilk yıl malı ondan alması şartıyla tezgahını Gökhan'a devretmişti.
Gökhan parça başı 5liraya Asım'dan aldığı çocuk kıyafetlerini yedi-sekiz-on liraya satıp önce tezgah devrinden kalan 2000lira borcu kapatacak sonra evine ekmek götürmeye başlayacaktı.
Babasının uzun zaman sonra ilk kez gülümseyeceğini düşünerek eve gitmişti, gururla parayı masaya koydu, "bu benim yeni işim diyecekti."
Nereden çıktı bu para sorusunu yanıtladıktan sonra bir daha konuşamadı.
Önünden dalgalar geçiyordu, gözlerini dizlerinden ayırdı, ufuktan geçen gemiye doğru baktı.
Gemiyi görmüyordu, ellerini kafasının arkasında birleştirdi,
Yanaklarını ciğerlerinden taşırdığı havayla bir yelkenli gibi şişirdi.
Ellerini beline koydu ayağa kalktı, yerinde duramıyordu, küçük voltalar atmaya başladı.
Çok üşüyordu.
Para masada kaldı diye düşündü.
Para yanında olsa ertesi gün tezgahı alacak, altınları yerine koyana kadar eve dönmeyecekti.
Bildiği en yakın devlet hastanesine kadar yürüdü, acil servise girdi, kendine nispeten tenha bir sandalye buldu, artık üşümüyordu.
Gözlerini kapattı.
O esnada aynı acil serviste babasının gözlerinin kapatıldığını bilmeden uykuya daldı.